KAR BEYAZ ACI


“Zamanların en iyisiydi,
Zamanların en kötüsüydü.
Hem akıl çağıydı, hem akılsızlık;
Hem inanç devriydi, hem de kuşku.
Aydınlık mevsimiydi, karanlık mevsimiydi;
Hem umut baharı, hem de umutsuzluk kışıydı.
Hem her şeyimiz vardı, hem hiçbir şeyimiz yoktu.
Hepimiz ya doğruca cennete gidecektik ya da tam öteki yana…” diye başlar Charles Dickens`ın İki Şehrin Hikâyesi romanı.
Hikâye Fransız İhtilali döneminde geçer ama ne zaman başımıza bir felaket gelse bu giriş cümlesi aklımın bir köşesinde dolanıp durur çünkü felaket anlarında her zaman iki uç taraf bulunur.
İyi insanlar ve kötü insanlar…
Kartalkaya`daki otel yangınında maalesef 78 canımızı kaybettik. Birçoğu daha çocuktu. Burada ihmallerden, sorumlulardan ya da suçlamalardan bahsetmeyeceğim. Yalnızca hem ilahi hem de insani adaletin bir an önce yerini bulmasını temenni edeceğim hepimiz gibi. Ve ben yine insanlardan söz edeceğim;
Fedakâr insanlardan ve zalim insanlardan…
Orada hayatını kaybedenler… Her birinin farklı hikâyeleri, farklı umutları, farklı mutlulukları vardı.
Zamanların en iyisiydi; çocukların karne hediyesi, yeni evlilerin balayı günleri, ailelerin nicedir hayalini kurdukları kar tatiliydi.
Zamanların en kötüsüydü; akla hayale sığmayan ihmaller zinciri yüzünden kimi uykusunda, kimi ailesi ile son veda konuşmasında, kimi başka hayatları kurtarma çabasında hayata gözlerini yumdu.
Onlarca evlat ,evladı için çırpınan anneler,onlara siper olan babalar…Onlar Kartalkaya’da karların içinde cehennemi yaşadılar.Bembeyaz örtünün içinde kızıla uyandılar.Herbirinin kıymetli yaşamı son buldu bu cehennem otelinde.Herbiri bir doğum ,umut,sevinç ,emek ,mutluluktu aileleri için…
Yitirdiğimiz bu kıymetli canlar bizlerin zihinlerinden sevenlerinin gönüllerinden hiç gitmeyecek…
Bir de bu acı hikayede kahramanlıklarıyla ve çabalarıyla hayat kurtarmaya çalışan fedakar insanlarımız vardı.
İki eski dost, pırıl pırıl iki genç adam kaldı o ateşin içinde. Aslında odaları alt katlardaydı, yangın onlara ulaşmadan kaçmışlardı binadan. Ama içerde kalanların çığlıklarına duyarsız kalamadılar, yardım etmek için tekrar binaya girdiler ve bir daha çıkamadılar. Onlar aydınlık mevsiminin fedakâr insanlarıydı.
Doktor bir çift kaldı o ateşin içinde. Aslında amatör dağcılardı; soğukkanlı davrandılar, çarşafları bağlayıp camdan aşağı sarkıttılar. Ama önce kendi canlarının derdine düşmediler ve 15 kişiyi kurtarmayı başardılar. Biri kendini sona bıraktığı için atlamak zorunda kaldı, ağır yaralandı. Onlar akıl çağının iyi insanlarıydı.
Gencecik bir kız kaldı o ateşin içinde. Aslında Mardin`deydi ama kalp hastası babası oraya yakın bir yerde çalıştığı için o da otelde iş bulmuş, hemşire olarak çalışıyordu. Babasına “ Sana göz kulak olabilmek için yanına geldim” demişti. Çatı katında bir oda vermişlerdi, belki kurtulurum umuduyla kendini yanan çatıdan aşağı bıraktı. Babasının meleğiydi, gerçekten melek oldu. O, umut baharının masum çiçeğiydi.
Ruhları şad olsun!
Bir de diğerleri vardı, her zaman vardır; kötü insanlar.
“Öldüyse zenginler öldü, bana ne” diyenler… Onlar karanlık mevsiminin zalim insanlarıydı.
Hayatını kaybedenlerin yakınlarını arayıp hakaret edenler… Onlar umutsuzluk kışının vicdansız insanlarıydı.
Belki üç beş kuruş fazla kazanmak için sorumsuzca davranıp onca cana mal olanlar… Onlar akılsızlık çağının gamsız insanlarıydı…
Allah`a havale olsunlar!