Bir deprem sabahı…


Sarsıntı küçük olsa da hatırlattığı şey büyüktü:
Bu topraklar, her zaman hareketli.
Gece uykular bölündü, gözler telefona çevrildi.
Kimse yüksek sesle sormadı belki ama içten içe bir merak vardı.
“Bu işin neresindeyiz?”
Ve belki daha önemlisi:
“Kızılay bu işin neresinde?”
Çünkü afetler sadece yıkımla değil, organizasyonla da ilgilidir.
Ve kimin ne zaman devreye gireceğini bilmek, hayat kurtarır.
Türkiye’de bu konuda yıllardır uygulanan açık ve net bir plan vardır:
Türkiye Afet Müdahale Planı (TAMP).
Bu plana göre:
Barınma hizmetleri AFAD’ın sorumluluğundadır.
Beslenme hizmetleri ise Türk Kızılay’ının görev alanıdır.
Yani bir afet sonrası parkta çadır göremiyorsanız, bu Kızılay’ın değil, AFAD’ın sorumluluğudur.
Ama sıcak bir çorba içemiyorsanız, işte orada Kızılay devreye girmelidir.
Toplumun bu ayrımı bilmesi çok önemlidir.
Çünkü neyi kimden bekleyeceğimizi bildiğimizde:
kurumların işleyişine katkı sunarız,hayal kırıklığına kapılmadan doğru adımları atabiliriz.
Bir afet anı, sadece enkazın değil, bilinçsizliğin de altında kalabileceğimiz anlardır.
Ve o anlarda bilgi, kurtarıcı bir merhamet kadar değerlidir.
Çünkü bilinç, afetin panzehiridir.
Kızılay, yalnızca bir yardım kolisiyle değil;
gönüllüsüyle, aşeviyle, eğitimiyle, sahadaki varlığıyla artık daha geniş bir organizasyonun adıdır.
Ama onu doğru tanımak ve doğru zamanda doğru görevle ilişkilendirmek bizim sorumluluğumuzdur.
Afet zamanları yalnızca devletin değil, hepimizin sınavıdır.
Bu sınavdan geçmek için yalnızca yardım beklemek değil,
ne yapmamız gerektiğini bilmek gerekir.
Çünkü bilinç, panik duygusunun önüne geçebilecek tek şeydir.
Doğal afetleri engelleyemeyiz, ama bilgiyle, planla, dayanışmayla zararını azaltabiliriz.
Şimdi değilse ne zaman?